DOLAR

42,4498$% 0.01

EURO

49,2550% 0.09

STERLİN

56,2097£% 0.05

GRAM ALTIN

5.672,67%-0,16

ONS

4.151,15%-0,30

BİST100

10.979,43%0,59

Sabah Vakti a 02:00
Çorum °
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

Merkez Bankası Başkanı bu ifadeyi ilk kez kullandı: Enflasyon bir virüs gibidir

ad826x90

TCMB Başkanı Fatih Karahan, para politikası ve ekonomi görünümüne ilişkin İstanbul Finans Merkezi’nde NTV Ankara Temsilcisi Ahmet Ergen moderatörlüğünde İş Portföy Genel Müdür Yardımcısı Nilüfer Sezgin ve CNN Türk Ankara Editörü Gülşen Coşkun’un sorularını yanıtladı.

ad826x90

FATİH KARAHAN’DAN DİKKAT ÇEKEN AÇIKLAMALAR

Karahan’ın açıklamaları şu şekilde: “Merkez Bankası olarak makro-finansal istikrar açısından üç öncelikli amacımız vardı. Birincisi, eksi 60 milyar dolara ulaşan rezerv pozisyonumuzu düzeltmek. İkincisi, 140 milyar doları aşan KKM bakiyesini aşağı çekmek. Üçüncüsü ve en önemlisi ise önce dezenflasyonu tesis etmek, ardından enflasyonu tek haneli rakamlara indirip orada kalıcı kılarak fiyat istikrarına ulaşmak. Bu amaç doğrultusunda öncelikle sıkı para politikasını tesis ettik. Sıkı para politikasının etkisi ilk olarak rezervlerde görüldü; bu etki nispeten hızlı ortaya çıktı. Brüt rezervlerimizde şu ana kadar 80 milyar doların üzerinde bir artış kaydettik. Net rezervlere baktığımızda, yani yükümlülüklerimizi düşerek baktığımızda iyileşme çok daha büyük. Burada neredeyse 120 milyar doları bulan, 115 milyar doları aşan bir iyileşme söz konusu. Dolayısıyla bunlar oldukça önemli kazanımlar. Ayrıca rezerv artışının niteliği de önemli. Bu artışın büyük kısmı yurt içi kaynaklı oldu. Türk lirasına güvenin yeniden tesis edilmesiyle vatandaşlarımız dövizlerini bozdurdu ve bu dövizleri rezervlerimizde biriktirerek rezerv pozisyonumuzu düzelttik.

“KUR KORUMALI MEVDUAT’TA BÜYÜK MESAFE KATETTİK”

İkinci önceliğimiz olan KKM’de de büyük mesafe katettik. Dediğim gibi, iki sene önce yaklaşık 140 milyar doları aşan bir bakiye vardı. Şu anda 1 milyar doların altına inmiş durumdayız; hatta son veriler 600 milyon dolar civarında. Üçüncü ve en önemli amacımız ise fiyat istikrarı. Neden? Çünkü yüksek enflasyon vatandaşımız için bir refah kaybına yol açıyor. Ayrıca rezerv pozisyonumuzun bozulmasının ve KKM bakiyesinin bu kadar artmasının temel sebebi de enflasyonun yüksek olması ve fiyatların hızlı artacağına yönelik beklentinin pekişmiş olması. Bu uzun soluklu bir süreç. Epey mesafe katettik ama hedefimiz öncelikle tek haneli enflasyona iniş, ardından enflasyonu yüzde 5 seviyesinde sabitlemek. Bugüne kadar politika etkisi çok net oldu. Öncelikle enflasyonu yüzde 75’te sınırladık. O dönem görünüm itibarıyla enflasyon üç hanelere gidebilirdi. Aldığımız tedbirlerle enflasyonun en azından yüzde 75’te kalmasını sağladık. O günden bu yana enflasyon düşmeye devam etti ve şu anda yüzde 33’ün altına inmiş durumda. En son veri yüzde 32,9.

“ENFLASYONUN HEDEFLERİMİZLE UYUMLU ŞEKİLDE DÜŞMESİ İÇİN ELİMİZDEN GELENİ YAPACAĞIZ”

Bu süreçte tabii bizi destekleyen, bu enflasyondaki düşüşe katkı veren üç mekanizma oldu. Bunlar önemli çünkü bundan sonra da enflasyonun nasıl düşeceği konusunda bu kanallar bize fikir verecek. Bunlardan bir tanesi talepte dengelenme. Bunda neyi kastediyoruz? İki sene geriye gittiğinizde özel tüketimin çok güçlü olduğu bir ekonomi söz konusuydu ve yatırımlar nispeten daha zayıftı. İthalat kaynaklı bir büyümeydi. Dolayısıyla sürdürülebilirlik anlamında çok sürdürülebilir bir büyüme değildi. Şu anda geldiğimiz noktada bu tüketim, özel tüketim, yatırım, ithalat dengesinin çok daha sağlıklı bir seviyeye geldiğini dolayısıyla çok daha sürdürülebilir olduğunu görüyoruz. Bu dengelenme, bu normalleşme fiyatlar üzerindeki baskıları bir nebze hafifletti. İki İkinci bir unsur, kur kaynaklı Türk lirasının reel değerlenmesi. Reel değerlenme de ne demek? Aslında kurdaki artışların enflasyonun altında kalması demek. Üçüncü kaynak da aslında enflasyon beklentileri.

Şimdi bu üç kaynağa baktığımızda bugüne kadar ilk ikisinden çok net ve güçlü bir şekilde destek aldığımızı düşünüyoruz. Yani talepte dengelenme ve Türk lirasında reel değerlenme kaynaklı olarak. Beklentilerden de önümüzdeki dönemde daha çok destek almayı istiyoruz. Özetlemek gerekirse, mevcut durumda talep koşulları dezenflasyonla uyumlu. Son dönemde dezenflasyonda bir yavaşlama var ama bu olsa da alacağımız tedbirlerle ve atacağımız adımlarla para politikası sıkılığını yeniden kalibre ederek enflasyonun hedeflerimizle uyumlu şekilde düşmesi için elimizden geleni yapacağız.

ad826x90

“ENFLASYON BİR VİRÜS GİBİDİR”

Enflasyon aslında bir virüs gibidir. Vücutta uzun süre kalınca onu def etmek zorlaşır; biraz daha uzun süre alabilir. Ama biz doğru reçete uyguluyoruz. Bugüne kadar da oldukça olumlu sonuçlar aldık. Nihai hedefe ulaşacağımız yönünde hiçbir kuşkumuz yok. Sadece reçetenin etki etme zamanı bünyeden bünyeye değişebiliyor. Ülkemizin bir önceki dezenflasyon serüvenine, 2000’lerin başındaki döneme baktığımızda çok daha hızlı sonuç alınmıştı. Ancak o dönemki konjonktürle bugünkü konjonktür oldukça farklı. Dolayısıyla süre açısından farklılık göstermesi normal. Ama doğru reçeteyi uyguladığımız için sonuç alacağımızı düşünüyoruz. Eylül verisinden sonra epey karamsarlık oluştu çünkü veri piyasa beklentilerinin üzerinde gelmişti. O dönemi anlamak için eylül ayı verisinin detaylarına bakmak gerekiyordu. Sapma hangi kalemlerden kaynaklandı? Bu kalemler sapmanın geçici olduğuna mı yoksa kalıcı olacağına mı işaret ediyor? Bu ayrım önemliydi.

Eylül verisine baktığımızda sapmanın büyük kısmının gıda kaynaklı olduğunu görüyoruz. Bu yıl önce zirai don, ardından ciddi bir kuraklık yaşadık. Kuraklık nedeniyle özellikle tahıl kaynaklı fiyatlar eylülde belirgin şekilde arttı. Sapmanın birinci ve en büyük kaynağı bu. Diğer bir faktör ise eğitim ücretleri. Bu biraz daha teknik. Yeni yılın üniversite ücretleri endekse eylülde giriyor. Dolayısıyla mevsimsel olarak eylülde eğitim enflasyonu yüksek olur. Geçen sene TÜİK bunu ağustos ve eylül aylarına yaymıştı; bu sene ise tek ayda ölçtü. Bu nedenle daha yüksek bir okuma gördük. Özetle, bu iki kalem sapmanın büyük bölümünü açıklıyordu. Teknik sebepler nedeniyle sapmanın geçici olmasını beklemek doğaldı. Ancak ülkemizde şunu biliyoruz: Bir veya iki ay üst üste enflasyon yüksek gelirse, bu sonraki dönem verilerini yukarı çekebiliyor. Dolayısıyla bunun geçici mi kalıcı mı olduğunu anlamak için ekim ve kasım verileri önemliydi.

“KUR KANALINDA ARTIŞLAR SON DÖNEMDE YAVAŞLADI”

Ekim ayı beklentilerin altında geldi ve sapmanın geçici olabileceği yönünde bir kanaat oluşturdu. Kasım için öncü verilerimiz de benzer şekilde dezenflasyonun sağlıklı biçimde sürdüğünü gösteriyor. Hem manşette hem detaylarda daha iyi bir veri göreceğimizi düşünüyoruz. Aydan aya konuşuyoruz ama bazen biraz geri çekilip genel resme bakmak gerekiyor. Manşet enflasyonun kötü geldiği aylarda bile alt kalemlerde olumlu gelişmeler var. Bunlardan biri kira enflasyonu. Kira enflasyonu uzun süredir yüksek seyrediyor ve katılık gösteriyor; düşüşü daha yavaş. Ancak aylık bazda uzun süredir yüzde 4’ün üzerinde seyreden kira enflasyonu yüzde 4’ün altına indi; son veride yaklaşık yüzde 3,5. Bu oldukça önemli. Önümüzdeki dönem enflasyonundaki düşüşün bir kısmı kira enflasyonundan gelecek. Benzer şekilde, hizmet enflasyonu da son bir yılda yüzde 70’li seviyelerden yüzde 44’e gerilemiş durumda. Buradaki iyileşmenin sürmesi de dezenflasyon için çok önemli. Orta vadeyi belirleyen kur, talep ve enflasyon beklentilerinden bahsetmiştim. Kur kanalında artışlar son dönemde yavaşladı; bu daha çok temel mal enflasyonunu etkiliyor.

Temel mal yıllık enflasyonu zaten yüzde 20 civarında, oldukça düşük seviyelere geldi. Kurdaki artışın düşük olması nedeniyle bunun daha da aşağı gelmesini bekliyoruz. Talep kanalının çalıştığını söylemiştim. Burada birkaç sayı vermek istiyorum çünkü veriler oldukça çarpıcı: İki sene önce dayanıklı malların yıllık artışı yüzde 20 seviyesindeydi. Temmuz 2023’te otomobil satışlarında yıllık artış yüzde 120’ydi. Ciddi bir talep patlaması vardı. Böyle bir ortamda fiyatlar da hızla artıyordu. Bugün ise bu aşırı ivmenin kaybolduğunu görüyoruz. Özel tüketim iki çeyrektir azalıyor; yatay bile değil, doğrudan azalıyor. Tüketim malları ithalatı düşüyor. Hizmet üretim endeksi yatay seyrediyor. Genel olarak ciddi bir dengelenme söz konusu ve bu da fiyatlar üzerindeki talep yönlü baskıları zayıflatıyor. Hem bu döneme kadar dezenflasyona destek verdi hem de önümüzdeki dönemde destek vermeye devam edeceğini düşünüyoruz. Tekrar vurgulamak istersem, beklentiler kanalından da önümüzdeki dönemde biraz daha fazla destek almamız gerekiyor. Özetle söylemek gerekirse, hem kısa vadeli göstergelerimiz hem de orta vadede enflasyonun ana belirleyicileri dezenflasyonun devam ettiğini bize gösteriyor.

ad826x90

“ENFLASYON DÜŞTÜKÇE HİSSEDİLEN ENFLASYON DA AŞAĞI GELECEK”

Ölçülen enflasyon–hissedilen enflasyon ayrımından başlamak istiyorum. Bu iki kavram çoğu zaman birbirinin yerine kullanılıyor fakat aslında aynı şeyi ölçmüyorlar. Bu ayrımı netleştirmekte fayda var. TÜFE dediğimiz, yani ölçülen enflasyon, ülkede ortalama tüketim sepetinin fiyatlarının artışını ölçer. Nasıl yapılır? Basite indirgersek: İstatistik kurumumuz çok farklı ürün ve hizmetin fiyatını toplar. Bunları belirli ağırlıklarla endekse yerleştirir ve bu endeksin değişimine biz ‘ölçülen enflasyon’ deriz. Ağırlıklar ortalama harcama kalıplarına göre belirlenir. Örneğin Gıda harcamaları sepette yaklaşık yüzde 25 pay alır. Mal kalemleri yaklaşık yüzde 30 pay alır. Hizmet kalemleri yine yaklaşık yüzde 30 pay alır. Dolayısıyla ölçülen enflasyon, her bir hanenin enflasyonunu bire bir yansıtmaz; ortalama bir haneye göre ölçülür. Eğer bir hanenin gıda harcamalarının toplam harcamadaki payı daha yüksekse, onun hissedeceği enflasyon daha yüksek olabilir. ya da mal harcamalarının payı yüksekse ve mal enflasyonu daha düşük olduğu için o hanenin yaşadığı enflasyon daha düşük olabilir. Birinci fark bu.

Peki hissedilen enflasyon neden farklılaşıyor? Çünkü her ürünün fiyatı aynı oranda artmıyor. Yayının başında ‘enflasyon yüzde 32,9’ derken, bu her bir ürünün son 12 ayda yüzde 32,9 arttığı anlamına gelmiyor. Bazı kalemlerde enflasyon daha düşük, bazılarında daha yüksek. Örneğin: Temel mallarda yıllık enflasyon ortalama yüzde 20 seviyelerine indi. Hizmet kalemlerinde ise yüzde 44 seviyesinde. Hissedilen enflasyonu belirleyen kalemler temel mallardan ziyade: Daha sık yapılan harcamalar: En başta gıda. Gıdayı her gün ya da her hafta satın alıyoruz. Dolayısıyla fiyat değişimleri anında hissediliyor. Bütçede yüksek paya sahip kalemler: Bunun başında kira geliyor. Kirada yüksek artış olduğunda, bunun etkisi çok daha doğrudan hissediliyor. Bu iki kalemde enflasyon görece daha yüksek. Özellikle kira enflasyonu şu anda yaklaşık yüzde 66. Dolayısıyla hissedilen enflasyonun ölçülenden yüksek olması normal.

Gıda da bir dönem manşetin altında seyretmişti fakat son birkaç ayda tekrar üzerine çıktı. Bu hissedilen–ölçülen enflasyon farkı sadece Türkiye’ye özgü değildir. Avrupa Merkez Bankası, ABD ve birçok gelişmekte olan ülke üzerine yapılan çalışmalar da aynı sonucu gösteriyor: Hissedilen enflasyon genellikle ölçülenden yüksek çıkıyor. Genellikle en büyük farkı yaratan kalem de konut/kira. Enflasyon düştükçe hissedilen enflasyon da zamanla aşağı gelecektir. Hane halkı beklentilerine kısaca değinirsem: Ölçülen şey önümüzdeki 12 aylık enflasyon beklentisi değil; daha çok hissedilen enflasyonun yansıtılmasıdır. Bu nedenle hane halkı beklentilerinde seviyeden çok trend önemlidir.

“FİYATLAMALARI MAKUL SEVİYELERE ÇEKMEYE ÇALIŞIYORUZ”

Enflasyonla mücadelede Merkez Bankası’nın temel aracı para politikasıdır. Sıkı para politikasıyla fiyatlamaları makul seviyelere çekmeye çalışıyoruz. Ancak bazı kalemlerde, bazı hizmetlerde fiyatlamalar para politikasının doğrudan kontrol alanının dışındadır. Bu kalemlerdeki fiyat gelişmeleri ortalamanın üzerinde kaldığı için enflasyonu yukarı çekebilir veya enflasyondaki düşüşü sınırlayabilir. Nedir bunlar? Yapısal unsurların yoğun olduğu iki önemli hizmet kalemi: Kira ve eğitim. Bu iki sektörde de fiyatlamalar geçmiş enflasyona göre yapılır. Çünkü: Kira kontratı 12 ay boyunca sabittir, yıllık yenilemede önceki yılın enflasyonu referans alınır. Özel okul ücretleri yılda bir belirlenir ve sonraki yıl boyunca değişmez. Dolayısıyla burada yeni sözleşme yapılırken, bir önceki sene enflasyon ne kadar yüksek gerçekleştiyse fiyat o oranda belirleniyor. Eğitimde de benzer bir durum söz konusu. Özel okul ücretleri yılda bir kere belirleniyor ve sonraki yıl boyunca sabit kalıyor. Burada geçmişe endeksleme olduğu için ve enflasyon düşüş trendinde bulunduğu için, geçmiş enflasyon her zaman gelecek enflasyonun üzerinde oluyor. Dolayısıyla bu kalemlerde, özellikle kira ve eğitim gibi iki kalemde, enflasyon ortalamanın üzerinde kalıyor; yani geriden geliyor. Birinci unsur bu: fiyatlamanın geçmişe göre yapılması.

Kira özelinde birkaç faktör daha var. Ülkemizin yaşadığı büyük deprem felaketi sonrası konut arzında bir azalma yaşandı. Arzın azalması ve büyük şehirlere doğru göç hareketleri nedeniyle bazı şehirlerde arz–talep dengesizliği oluştu ve bu durum kiralar üzerinde yukarı yönlü baskıya neden oldu. Bir diğer unsur, daha çok İstanbul özelinde, kentsel dönüşüm süreci. Bir diğer etkense geçmişte uygulanan yüzde 25’lik kira artış sınırlaması. O dönemde enflasyon daha yüksek seyrettiği için kira artışları bu seviyelere tam yansımadı ve bazı konutlarda birikmiş enflasyon oluştu. Sözleşmeler yenilendiğinde bu birikmiş enflasyon fiyatlara yansıyor. Bu noktada sosyal konut gibi konut arzını artırıcı önlemlerin oldukça faydalı olacağını düşünüyoruz. Fakat şunu da not etmekte fayda var: Bugün sosyal konut yapımına başlasanız bile bunun kira arzı ve konut arzını artırması belli bir süre alacaktır. Ancak orta vadede enflasyon görünümüne özellikle kira üzerinden çok ciddi pozitif katkı yapacağını düşünüyoruz. Dönem dönem ortaya çıkan ve sürekli olmasa bile zaman zaman enflasyonu yukarı çeken önemli bir kalem daha var: gıda. Gıda enflasyonuna baktığınızda, aslında Nisan 2024’ten bu yana manşet enflasyonun ya altında ya da çok yakınında seyrediyordu; yani dezenflasyonu bozan bir seviyede değildi. Fakat bu yıl önce zirai don, ardından ciddi kuraklık nedeniyle birkaç ayda çok hızlı fiyat artışları gördük. Bu da dezenflasyon yönündeki algıları bir miktar olumsuz etkiledi. Özetle, son dönemde gıda enflasyonu da dezenflasyondaki yavaşlamaya katkıda bulundu diyebiliriz.

“FAİZ KARARLARININ ENFLASYONLA UYUMLU HIZDA OLMASI ÖNEMLİ”

Politika faizindeki kararların etkili olabilmesi için, faiz kararlarının enflasyonla aynı yönde ve uyumlu hızda olması oldukça önemli. Bu denge korunmazsa politika faizindeki değişiklikler piyasa faizlerine yansımayabiliyor. Bu noktada politika faizi ile piyasa faizleri arasındaki farkı biraz açıklamakta fayda var. Politika faizi Merkez Bankası’nın belirlediği kısa vadeli bir faiz oranıdır ve bankalara bir hafta vadeli fonlama bu oran üzerinden yapılır. Piyasa faizleri ise vatandaşların ve şirketlerin maruz kaldığı faizliklerdir ve piyasa koşulları tarafından belirlenir. Kamuoyunda yaygın bir kanı vardır: ‘Politika faizi düşerse piyasa faizleri de düşer.’ Bu her zaman doğru değildir. Özellikle uzun vadeli kredilerde fiyatlama, daha çok beklenen enflasyona göre yapılır. Neden? Çünkü kredi veren taraf (bankalar), verdikleri paranın reel getirisini korumak ister. Bu nedenle uzun vadeli kredi fiyatlarken, kredinin vadesindeki enflasyonun ne olacağına dair bir öngörü oluştururlar ve fiyatlamayı bunun üzerinden yaparlar. Dolayısıyla enflasyon beklentileri bozulursa, politika faizi düşse bile piyasa faizleri düşmeyebilir, hatta yükselebilir.

Bu özellikle uzun vadeli krediler için geçerlidir. Uzun vadeli krediler ise vatandaşın refahı açısından önemlidir; konut kredileri buna örnektir. Ayrıca yatırım kredileri de uzun vadeli olduğu için, yatırım ortamının sağlıklı gelişmesi adına bu kredilerin uygun seviyelerde fiyatlanması gerekir. Özetle: Uzun vadeli kredi faizleri, Merkez Bankası faizinden ziyade enflasyon beklentileri tarafından belirlenir. Bu hassas denge iyi yönetilmezse, politika faizi kararları piyasa faizlerine yansımayabilir; hatta ters yönde yansıyabilir. Bunun örneğini grafiklerle de gösterdik: Politika faizi düşerken piyasa faizlerinin düşmediği, tam tersine arttığı bir dönem yaşadık. Merkez Bankası yaklaşık 5 puan faiz indirirken; tüketici, ticari ve hazine borçlanma faizleri 4-5 puan, hatta bazı kalemlerde 7 puan arttı. Çünkü bu dönemde enflasyon beklentileri bozulmuştu. Tersi örnek de mümkündür: Politika faizi sabitken, enflasyon verileri iyi gelir ve enflasyonun düşeceğine dair inanç güçlenirse piyasa faizleri düşebilir. Yani ilişki bire bir değildir. Biz faiz indirimi konusunda bu hassas dengeyi ve ara hedeflerimize olan bağlılığımızı gözeterek en doğru kalibrasyonu yapmaya çalışıyoruz. Önümüzdeki dönemde de enflasyon verileri, enflasyon patikası ve beklentiler ana belirleyicilerimiz olacak.

“BEKLENTİLERİN ŞEKİLLENDİRME GÜCÜ VAR”

Beklentilerin şekillendirme gücü var, özellikle enflasyonda. Nasıl oluyor? Eğer enflasyonun artacağı yönünde bir inanç oluşursa vatandaşlar tarafından ya da ekonomide genel olarak bu fiyatlara yansıyor. Nasıl yansıyor? Bir kere vatandaşlar tüketim talebini öne çekiyor; fiyatlar artmadan bir an önce almak istiyorlar. Satıcıların bu durumda fiyatlama gücü artıyor, fiyatlarını yukarı çekebiliyorlar. Uzun vadeli yapılan kontratlarda örneğin kira gibi beklenen enflasyon yüksek olduğu için buna göre daha yüksek artışlar görebiliyoruz. Yani özetle, yüksek enflasyon beklentisi gerçekten de yüksek enflasyona sebep olabiliyor. Bu yönüyle ekonomi diğer temel bilimlerden ayrışıyor. Biz burada hangi beklentilere bakıyoruz? Aslında üç kesimin beklentisini takip ediyoruz. Bunlardan birincisi piyasa katılımcıları; yani piyasa profesyonelleri, ekonomistler. Görevleri enflasyonu tahmin etmek olduğu için tahmin performansları çok önemli. İkinci kesim reel sektör; firmalarımızın enflasyon beklentileri. Firmalar fiyat koyucu oldukları için beklentileri oldukça önemli; yüksek bekliyorlarsa yüksek artışlar yapabilirler. Üçüncü kesim ise hane halkı; talebin belirleyicisi oldukları için beklentileri kritik.

Şimdi baktığımızda, piyasa katılımcılarının beklentilerinin epey süredir düşmekte olduğunu görüyoruz. Eylül verisinin olumsuz gelmesiyle son bir iki ayda bir miktar yukarı yönlü hareket olsa da reel sektör ve hane halkı beklentileri olumlu seyrediyor ve düşmeye devam ediyor. Fakat hane halkının beklentisi, sizin de belirttiğiniz gibi, oldukça yüksek. Neden bu kadar yüksek ve bu kadar yüksekken enflasyon düşer mi? Bunlar önemli sorular. Az önce söylediğim gibi, hane halkı beklentisi aslında tamamen geleceği tahmin etmekten ziyade gerçekleşen enflasyonu ve hatta hissedilen enflasyonu raporluyor. Bu sadece bize özgü değil; dünya genelinde de böyle. Bu noktada bir tahmin performansı çalışması yaptık. Hane halkı enflasyon beklentileri, ileriye dönük enflasyonu ne kadar doğru tahmin ediyor diye baktık. Burada hazırladığımız grafikte şunu görüyoruz: Fiyat istikrarının görece sağlandığı, enflasyonun tek haneli olduğu dönemlerde bile hane halkı beklentilerinin gerçekleşmenin ortalama 10 puan üzerinde olduğunu gördük.

Yani istikrarlı şekilde yanılmışlar. Reel sektör beklentileri daha yakın, piyasa katılımcıları ise en yakın tahmini yapan kesim. Son döneme, yani yüksek enflasyon dönemine baktığımızda hane halkının tahmin performansı daha da bozulmuş. Tahmin–gerçekleşme farkı 30 puanın üzerine çıkmış. Reel sektörün performansı da bozulmuş. Bu dönemde en iyi tahmini yapan kesim yine piyasa katılımcıları. Dolayısıyla önümüzdeki dönem için en belirleyici beklentiler piyasa katılımcılarına ait. Onlar makro verileri yakından takip ettikleri için hem gerçekleşen enflasyona hem de bileşenlerine kur, talep, hizmet, temel mal enflasyonu gibi daha dikkatli bakıyorlar. Son birkaç ayda veriler olumsuz geldiği için biraz karamsar bir yanlılıkla yukarı yönlü revizyon yaptılar. Enflasyon düşmeye devam ettikçe bu beklentilerin iyileşeceğini düşünüyorum.

“ÜLKEMİZDE CİDDİ BİR YASTIK ALTI ALTIN STOĞU VAR”

Biz enflasyon tahminlerimizi belli varsayımlar altında yapıyoruz. Sonuçta enflasyonu belirleyen birçok iç ve dış faktör var. Bu faktörler için çeşitli varsayımlar yapmak zorundayız ve bu etkenlerdeki değişimler zaman zaman varsayımlarımızdan farklılaşabiliyor. Varsayımlarımız yanıldığında enflasyonun gittiği yön de farklı olabiliyor. Nedir bunlar? Özellikle bu yıla özgü sapmalara baktığımızda birincisi küresel koşullar. Dünya bu sene çok farklı bir yıl geçirdi. Özellikle nisan ayında korumacı önlemlerin artmasıyla dış ticaret ve sermaye akımları farklılaştı ve biz bu sene kur tarafından almayı beklediğimiz desteği tam olarak alamadık. Yani ‘reel değerlenme’ dediğimiz kanaldan ilk 6 ayda beklediğimiz katkı gelmedi. İkincisi altın fiyatlarındaki yükseliş. Bunun sebebi de küresel. ABD politikalarının etkisiyle altına olan talep arttı ve bu talep sonucunda altın fiyatları yükseldi. Bu bizim rezervlerimiz açısından çok önemli. Ancak bildiğiniz gibi ülkemizde ciddi bir yastık altı altın stoğu da var. 400-500 milyar dolar arasında olduğunu tahmin ediyoruz. Bu fiyat artışları bizim tahminimize göre en az 100 milyar dolarlık bir servet etkisine sebep oldu. Bu harcanmak zorunda değil ama bir kısmı harcanıyordur. Bu da bizim talep yönetimimizi zayıflatan unsurlardan bir tanesi.

“İNŞAAT FAALİYETLERİNİN HIZLI GİTMESİ…”

Bir diğer unsur inşaat sektörü. Vatandaşımızın bir an önce konutlara kavuşması elbette çok önemli. Ancak inşaat lokomotif bir sektör. İnşaat faaliyetlerinin hızlı gitmesi, ekonominin diğer alanlarında da aktivitenin hızlanmasına sebep oluyor. Bu da dezenflasyonun biraz yavaşlamasına neden olabiliyor. Tabii bunlar daha çok dış faktörler veya etki alanımız dışındaki faktörler. Biraz da çuvaldızı kendimize batırmak lazım. Az önce kira ve eğitim tarafında geçmişe endeksleme olduğundan bahsettim. Yani yeni kontratlar yapılırken geçmiş enflasyon referans alınıyor. Biz bu davranışın daha hızlı değişeceğini düşünmüştük; ücretler, kira ve eğitim gibi fiyatlar belirlenirken geçmiş enflasyon yerine gelecekteki enflasyonun daha fazla belirleyici olacağını beklemiştik. Burada yanıldık. Bu nedenle hizmet enflasyonundaki düşüş özellikle kira ve eğitim kaynaklı olarak daha yavaş oldu. Bu alandaki iyimserliğimizi önümüzdeki yıla taşıdık. İnşallah dezenflasyon tekrar hızlandıkça bu alandaki ataleti kıracağımızı düşünüyoruz.

“KUR KONUSUNDA BİR HEDEFİMİZ YA DA PROJEKSİYONUMUZ YOK”

“Dediğiniz gibi, kur konusunda bir hedefimiz ya da projeksiyonumuz yok. Dolayısıyla kurun geldiği seviye hakkında bir değerlendirme yapmam mümkün değil ama şunu söylemek lazım: Kur gelişmeleri büyük ölçüde faiz politikasının bir sonucu. Ekonomide dengelenme sağlamak için parasal sıkılaşma yapıyoruz ve bu parasal sıkılaşma Türk lirasının cazibesini artırıyor. Artırdı da. Bunun sonucunda da vatandaşlarımızın döviz bozdurduğunu gördük. Döviz bozdurulmasıyla birlikte Türk lirasına talep arttı ve TL’nin diğer para birimlerine göre reel olarak değerlenmesi ortaya çıktı. Bu bizim zorladığımız bir gelişme değil; kurun baskılanması söz konusu değil. Sadece şöyle bir durum var: Yüksek enflasyon döneminin etkisiyle döviz piyasası çok tek taraflı hale gelebiliyor. Bazı günlerde piyasada sadece alıcılar ya da sadece satıcılar olabiliyor. Bu durumda çift taraflı piyasa oluşmuyor. Müdahale etmezsek oynaklık aşırı artabiliyor. Böyle dönemlerde müdahalelerde bulunuyoruz. Bu müdahaleler bazen alım yönünde oluyor herkes döviz satmak istediğinde bazen de satım yönünde. Ama bir kur seviyesi hedefimiz yok.

“ÖNCELİKLİ HEDEFİMİZ FİYAT İSTİKRARI”

Kısaca söylemek gerekirse, çalışmalarımız reel kurun ihracat performansı üzerindeki etkisinin sınırlı olduğunu gösteriyor. İhracatın temel belirleyicisi reel kur değil. Belli başlı emek yoğun sektörlerde etkisi bir miktar daha fazla olabilir ama genel olarak belirleyici dış taleptir. Talep olmayan bir ürünü satamazsınız; fiyat çok belirleyici olmayabilir. Dünyanın geçtiği süreci de göz önüne aldığımızda ihracat performansımız aslında oldukça iyi. Korumacı önlemler nedeniyle ihracatçılar açısından dönem kolay değil; kurdan ziyade bu gelişmeler daha önemli hale gelmiş durumda. Önümüzdeki dönemde de dış talep ihracat performansı üzerinde daha belirleyici olacak.

Şu anda Türk lirasının payı yüzde 60’a gelmiş durumda ve tarihsel ortalamalara oldukça yakın. Son dönemde bu soruyla sıkça karşılaştık: ‘Faizler düşüyor, stopaj arttı, TL’nin cazibesi azalır mı?’ diye. Bunun için elimizde yeterli veri var. Mevduat faizleri 11 puan düştü, stopaj arttı. Yani TL mevduatın getirisi ciddi şekilde azaldı. Fakat bu süreçte, küresel olumsuzluklara rağmen altın fiyatlarındaki artış gibi Türk lirası payı düşmedi, hatta artmaya devam etti. Fonlarda görünüm kısmen farklı ama toplamda tablo değişmiyor. Dolayısıyla ihtiyatlı davrandığımız, para politikasını doğru kalibre ettiğimiz sürece olumsuz bir durum yaşanmasını beklemiyorum.” Tarih bize şunu öğretti: Ne kadar çok hedefiniz olursa onlara ulaşmak o kadar zor olur. Tek bir hedef benimsenirse ve sadece o hedef konusunda kararlı adımlar atılırsa başarı şansı çok daha yüksek olur. Biz de bu bilinçle hareket ediyoruz. Dolayısıyla şu an tek öncelikli hedefimiz kanunla da verilen fiyat istikrarı.”

Kaynak: ANKA / Güncel

ad826x90

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.

Sıradaki haber:

Ege Denizi’nde 4.6 büyüklüğünde deprem

HIZLI YORUM YAP